Koku Üzerine - Ender Macun - Sevdalım Hayat
Koku Üzerine - Ender Macun

Koku Üzerine - Ender Macun

Paylaş



gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun 

bu koku dünyayı tutacak nerdeyse 
Edip Cansever

Bilmem anlatabilecek miyim… Akşamları bazen bir müzik açıp, ütü yaparken, ütü masasına serdiğim gömleklerin, pantolonların, kazak ya da elbiselerin üzerlerine akın eden su buharıyla karışıp, ortalığa yayılan garip ve keskin kokuyu çok seviyorum. Ütülenecek her bir şey başka başka kokular, ayrı ayrı etkiler müjdeliyor hep. Makineden çıkan temiz pak giysilerin kuruduktan sonra ütülenerek giyilmeye hazır hale getirilip askıya asılması, yerine yerleştirilmesi çoğumuz için sıradan ve nasıl söylesem, hani, angaryadır. Oysa ütülenecek giysilerin önümde tepeleme yığılmasını, özlediğim birisiyle buluşmaya gider gibi hep sabırsızlıkla ve heyecanla beklerim. ‘Ütü var mı bu akşam?’ Bu kendi içinde patlayan soru beraberinde tarifsiz hazzı da getirir. Ev hali, çoğu zaman, malumunuz,  ütülenecek bir şeyler vardır zaten. Dolayısıyla benim koku yolculuğumun altın varaklı gizemli kapıları sık sık ağzına kadar açılır, ben de hiç tereddütsüz, güle oynaya giriveririm o kapıdan. Çamaşırlardan yayılan naif kokunun biraz daha keskinleşmesi için buhar ayarını biraz daha açarım. İlk görünmez koku bulutu odaya yayılır yayılmaz da peşine takılır,  başka başka diyarlara, değişik iklimlere, adı sanı bilinmeyen insanların tertemiz hikâyelerine yollanırım.

Bazı mahalle aralarındaki küçük apartmanlarda merdivenlere, demir trabzanlara, zavallı asansörlerin içine, kapı eşiklerine, otomatiği bozulmuş lambalara ve havalandırma pencerelerinin ayarsız pervazlarına sinmiş, orada kalmış envai çeşit yemek kokusunu da en az ütülenen çamaşır kokusu gibi bir hazla severim. Hani, kızartma ve haşlama kokuları, yorgun ve ama sakin kapıcının henüz üstünkörü yaptığı paspastan yayılan kimyaya karışır da ortaya değişik ve çok katmanlı bir koku buğulaması çıkar ya, işte o kokuyu diyorum,  nedense çok severim. Bu koku her defasında çocukluğumun irili ufaklı apartmanlarına götürür beni.
Geceleri, olur ya, sakin meyhanelerin, neonları patlak kulüplerin ve sarhoşların girip çıktığı pavyonlarının önünden geçersem eğer, içeriden dışarıya buram buram yayılan keskin alkol ve tütün kokusunu da en az apartman buğulaması kadar severim. Bunları, aslında birer kötü alışkanlık esansı olan bu koku dalgalarını, aslında sevmemem gerektiğini bile bile sever, bazen gidip o kokuların yanına uzanıp yatmak isterim.

Televizyonun, radyonun, bilgisayarın, telefonun ve bilumum elektronik aletin içinden buram buram yayılan kablo, metal, ametal, kimya, matematik ve simya kokularını ayrı ayrı, evladımmış gibi severim. Gidip yanlarına kendilerini koklamışlığım yoktur ama o kokuların orada var olduklarını ve var olacaklarını, ürettikleri şeye devam etmek için benim şuursuz burnuma ihtiyaçları olmadığını bilirim de belki bundan dolayı deli gibi severim.

Nasıl ki edebiyatta büyük romanlar varsa, hayatta da büyük, derin, katman katman bazen kötü bazen müthiş cezbedici kokular vardır. Ama bir de, hikâye ya da haiku gibi mesela, daha küçük, narin ve hızlıca geçip giden kokular da vardır. Onları da deli gibi severim. Örneğin, kibrit çöpünü kutusundaki sihirli eczaya değdirip hızlıca sürttüğünüzde ani kıvılcımla beraber burnunuza değip geçen tuhaf barut kokusu gibi. Ya da, eski bir kitabı açtığınızda ait olduğu sayfalarından kurtulup arsızca etrafa yayılan kağıt, mürekkep, belki ölü kurt, toz ve bilumum beklemiş kokunun dolaşıma çıkıvermesi…

Biz kokusunu alsak da almasak da bütün nesnelerin, taşın, şeylerin, insanların, hayvanların, bitkilerin, ağaçların, ürettiklerimizin, tükettiklerimizin, atıkların, evlerimizin, doğanın, evrenin kokusu var. Koku, eğer alabiliyorsanız,  sizi mutlaka bir yerlere götürür. Derin bir nefes almaya hazırlanın ve en yakınınızdaki bir şeyi yavaşça koklamayı deneyin. Elinizi. Tutmakta olduğunuz bardağı, içindekini… Ya da, ne bileyim, kaleminizi. Bu yazıyı yazmaya oğlumun başını iki kolum arasına alıp, ona sıkıca sarılıp, saçlarını koklayarak başladım. Az sonra da ütülenecek bir sürü şey var. Bilmem anlatabildim mi?


Ender Macun



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder