Katılımcı: Selma Sayar
Tarih: 30.11. 2017
Kitap: Kırmızı Pazartesi/ Gabriel Garcia Marquez
Tema: Bir töre cinayeti, ahlakçı anlayış, insan vicdanı,
görmezden gelme
Konu: İşleneceğini herkesin bildiği ve aslında kimsenin kişisel olarak
tercih etmediği bir cinayete, kasaba halkının toplu olarak göz yumması.
Anlatım: Röportaj tekniğiyle, farklı kişilerin yıllar sonra aktardığı anılar
biçimde ilerleyen bir anlatım.
Çağrışım:
SUÇUN KAYNAĞI BİREY Mİ YOKSA TOPLUM MU?
“Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi
karşılamak için sabah saat 5.30'da kalkmıştı. Rüyasında kendini koca koca incir
ağaçlarından bir ormanın içinden geçerken görmüştü, incecik bir yağmur
çiseliyordu, bir an için mutluluk duymuş, ama uyandığında üstü başı kuş
pislikleri içindeymiş duygusuna kapılmıştı. "Rüyasında hep ağaçlar
görürdü," demişti bana annesi Plâcida Linero, o uğursuz pazartesinin
ayrıntılarını aradan 27 yıl geçtikten sonra anımsarken.”
Gerçek bir hikayeden kurguladığı kitabına bu cümlelerle
başlar yazar. Herkes tarafından bilinen ancak kimsenin engel olmaya çalışmadığı
27 yıl önce işlenen bir cinayetin arka planını anlatır. Santiago Nasar o gün
öldürülecektir. Bunun tek nedeni de cinayetten bir gün önce evlenen Angela’nın
bekaretini kaybettiğini öğrenen ağabeyleri Pedro ve Pablo Vicario’nun
namuslarını temizlemek için bu işin sorumlusu olarak gördükleri Santiago
Nasar’ı öldürmeye karar vermeleridir.
Yazar, röportaj tekniğiyle, kimi zaman
karşılaştırmalarla, kimi zaman ironiyi kullanmakta ve böylece hem bireysel
değerlerin farklılığına dikkat çekmekte hem de toplumsal değer yargılarına
eleştirel yaklaşmaktadır.
Röportaja, roman kahramanımız Santiago Nasar’ın
öldürüldüğü gün ile başlayarak ölümünden önce, öldürüldüğü zaman,
ölümünden sonra ve kitabın sonunda öldürüldüğü anı tekrar vurgulayarak
cinayeti insanların hafızasındaki değişimleriyle ortaya koymuş, bir anlamda
gerçekleri ortaya koymaya çalışmıştır.
“Santiago, yavrum!” diye bağırmıştı. “Neyin var?”
Santiago Nasar,onu tanımıştı. “Beni öldürdüler, Wene Hala,”
demişti. Bende uyandırdığı çağrışım öyle çok ki!
Gazetelerin arka
sayfalarında yer alan cinnet veya namus haberleri. Televizyonların en çok
izlenen evlendirme veya kayıp insanları bulma programları. Çalışan, çalışmayan,
ev hanımı, anne, baba, hatta üniversite mezunu binlerce genç tarafından soluksuz izlenen ve toplumun geldiği seviyeyi
gösteren vasat programları hep merak etmişimdir. İnsanlar içlerindeki canavarın
bir başkasında peyda olmasının keyfini mi sürüyor? Ya da doğduğumuz andan
itibaren yanlış yetiştirilme, baskılanma sonucu zihnimizden geçenleri
bilinçaltına atma eğiliminin bir göstergesi midir, bunca kavga, gürültü ve
cinnet hali?
Gözümüzün önünde cereyan eden
bu olaylar bizi ne kadar ilgilendiriyor? Ölenin hayalleri, özlemleri. Ya
öldüren? Katil damgası yemek nasıl bu kadar kolayca hazmedilebiliyor? Daha
kendi kimliğini tanımazken toplum tarafından şaşalı bir şekilde yapılan sünnet
töreninin ve herkesin gözü önünde kesilen o fazlalığın, gün gelip hayatında
derin bir travma yaratacağının ilk sinyali, ayrımcılığın alenen teşhiri değil
midir? Ve bizler bu suçu işleyenler kadar suçlu değil miyiz? Çünkü erkeğin
sevgilisi olunca sırtını sıvazlayan, “ Helal olsun.” diyen biz, kızlarımıza
aynı özgürlüğü tanıyor muyuz? Okula göndermek yerine, çocuk yaşta evlendirip
kocasının eline bakmasının müsebbibiyiz. Erkek evlat doğurmadığı zaman kadını
“eksik” olarak tanımlayanız. Cinselliğini özgürce yaşayan erkeği alkışlarken,
kadının namusunun bel altı olduğunu her fırsatta yüzüne haykıranız. Hem çocuk
yaparım, hem de kariyer diyen kadınların önünü kesenleriz.
Başka çağrışımları da uyandırıyor. Trafik terörünü, sokak
ortasında ya da çocuklarının gözü önünde işlenen kadın cinayetlerini, “iyi hal”
durumları gözümüzün içine sokulan katillerin hafifletilmiş cezalarını, savaş
mağduru binlerce mülteci çocuğun okullarda olması gerekirken, sokaklarda
dilenmelerini ve bu çocukların yarısından fazlasının depresyonda ve
ailesinden birini kaybetmiş olmasını, sessizce, uzaktan bir filmi izler
gibi izleyişimizi; işini kaybeden pek çok insanın hayata tutunmaya çalışırken,
onlar için toplanılan yardımlara katkıda bulunmak yerine, “ bu işlere
girişirken bana mı sordular?” tarzındaki davranışları, kitap okumak için yarım
saatini bile kendine ayırmaktan aciz insanların mağazalarda ya da televizyon
karşısında saatlerce vakit harcamalarını, kısacası bizi bizden koparan insani
değerlerimizi, duyarsızlıklarımızı, bencilliğimizi ve sayamayacağım pek
çok durumu da. Ne yazık ki!
Selma Sayar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder