Kırmızı Pazartesi Üstüne - Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Kırmızı Pazartesi Üstüne - Hande Çiğdemoğlu

Kırmızı Pazartesi Üstüne - Hande Çiğdemoğlu

Paylaş
 

Katılımcı: mavitoprak / Hande Çiğdemoğlu

Tarih:  30/11/2017

Kitap: Kırmızı Pazartesi / Gabriel Garcia Marquez

Tema: Toplum baskısı, kadın, suç, vicdan

Konu: İki kişi tarafından işlenen bir cinayete ortak olan bir kasaba halkının yaşam ve düşünce tarzı, olayların gelişim süreci ile ortaya konuluyor.

Anlatım: Ayrıntılı ve derinlemesine anlatım, sonu baştan belli bir kurguya hayat veriyor.

Çağrışım:

Dünya sadece tek bir cinse ev sahipliği yapsaydı belki de daha güvenli bir yer olurdu. Kadın olmasaydı mesela. “Namus”, “ahlak” gibi kavramlar iki bacağın arasında sığlaşmaktan kurtulur, gerçek anlamlarını bulurdu. Evlilik, ihanet, aşk gibi sözcükler ise belki lügate girmezdi. Savaşlar olurdu herhalde, ama böylesine vahşi savaş suçları olmazdı. Evet, belki kadın olmasaydı, Santiago Nasar öldürülmez, ağabeyleri katil olmaz, arkadaşları, komşuları, akrabaları vicdanlarını avutmak zorunda kalmazlardı.

Böylesine tuhaf bir ütopya gerçekleşmeyeceği için, kadını diğer cins olmaktan çıkarmak, üstüne ve uğruna hayatlar, suçlar, töreler yaratmaktan vazgeçmek dışında bir seçenek kalmıyor.

Kırmızı Pazartesi’de bir cinayetten fazlası var. Okurken o kasabanın sıcağını, tozunu hissetmiş, evlerinde yaşamış, meydanında yürümüş, köşe başlarında içmiş oluyorsunuz. Ama hepsinden önemlisi, dünyanın öbür ucundaki kadın konusunda adetlerde, geleneklerde ve suçlardan oluşan bir hapishane ortamına giriyorsunuz. İçgörüyü öldürüp, önyargıyı yaşatan toplum baskısını ensenizde hissediyorsunuz. “İnsanlar niçin bir arada yaşıyor?” diyorsunuz. Birlikte güvende olmak, daha güçlü olmak için değil mi? Sevmek, gülmek, eğlenmek, aile, dost, akraba olmak için. Ama birlikten güç doğacağına suç doğuyor. Bu da, başta kurallar, önyargılar, adetler, görenekler ve zamanla bunlara aklını-yüreğini teslim etmiş insanlar eliyle gerçekleşiyor.

Ki biz zaten gayet alışkınız “Elalem ne der” diye yaşamaya. Yıllarca yas için giyilen siyahları, gizli sevgilisinin yasını tuttuğu belli olmasın diye sırta alınan parlak kırmızıları okuyunca yabancılık çekmiyoruz. “Ye kürküm ye” deyimi zaten lügatimizde olduğundan, kasabaya gelen iyi giyimli, zengin ve güçlü adamın nasıl da kabul gördüğünü okuyunca şaşırmıyoruz. Bayardo San Roman’ın istediği kızı seçip onunla evlenmesini ayıplamıyoruz, çünkü zaten bizde “Kız alma” diye bir tabir var. Vicario kızlarına iyi birer eş, dadı ve hizmetçi olarak yetiştirilmek dışında bir anlam yüklenmiyor. Bunun ne demek olduğunu biliyoruz, çünkü burada da kadınlar erkeklerin işini kolaylaştırmak için varlar, biz buna “İyi aile kızı” diyoruz.

Hele şu çarşaf işi yok mu? Hiç irkilmiyoruz, bizde de asılır ya o meret, beyaz üstüne kırmızı desenlisinden. Olmazsa diye türlü çeşitli yöntemler bulunur, becerilemezse kız ifşa edilir, kitapta olduğu gibi babasının kapısına bozuk çıkmış bir mal gibi geri götürülür. Gerçi farklılıklar var, bizde önce kızı öldürürler çünkü “mutlaka kuyruk sallamış, namusu iki paralık etmiştir.” Ve yine temizlik babalara, kocalara, ağabeylere düşer. Erkeğin hakkını, erkek korur.

Arsız güçlü olunca, haklı suçlu olurmuş” atasözünü de biliriz. Anımsarız Santiago Nasar öldürülürken. Koca bir kasaba öyle ya da böyle susarken, “Zulmün karşısında susan dilsiz şeytandır.” sözü aklımıza gelir ama zaten biz de şeytanızdır kınamaya yüzümüz tutmaz. “Şahit yazarlar”  diye başımızı kuma gömdüğümüz bir coğrafya burası. Kurbanlar değişir, çoğu kez kadın olur, kimi de bu hikayede olduğu gibi erkekler. Kendi yasalarıyla kendilerini katil ve maktul yapan, bunun için de özenle, masum ve aynı zamanda zalim kadınlar yetiştiren eril bir toplum görürüz.

Ben bu kitabı okurken boğuldum. Kelimelerden, uzun ve ayrıntılı betimlenen durumlardan, olaylardan değil, kendi elimizle inşa ettiğimiz “toplum” dediğimiz hapishanenin kasvetinden, ve bu hapishanenin “kurallar, adetler” dediğimiz duvarlarının rutubetinden… 


Hande Çiğdemoğlu



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder