Doğanın bazı
halleri ne güzel. Yağmuru, güneşi, güneşin batışı. Ama ille de güneşin doğuşu.
Ozanın yürüyüşü
ne güzel. İnsanın, doğanın, hayatın içinde yürümesi. Gerçekliğe doğru yürürken
sözünü söylemesi.
Nihat Behram
yürüyor. Çiçeklerle, derelerle, bulutlarla birlikte söz söylüyor. Coşkun
nehirlerle, dağlarla, halklarla. Yolu bazen barikatlara düşüyor, hapislere,
sürgünlere. Meydanlarda, dergilerde, yüreklerde 50 yıldır adımlıyor hayatı.
Bu yolun ileri
aşamasında “Şiirözü”ne ulaşıyor. Delikanlı gülüşlere, bin yaşın bilgeliğine,
dost kucaklaşmalara. Ve bir çocuk saflığına.
Toprağına
tutunmayanın yaşamadığı bilinciyle, doğayı adımlıyor. Çocukluğun merakıyla, gençliğin
umuduyla, direnişin kararlılığıyla. Çiçeklerin taşta bile can bulduğunu
görüyor, yeter ki kökü olsun.
Neye baksa onun
şarkısını içinde duyuyor. Doğayı dinliyor. Baktığı her şeyin şarkısını. Hele
baharı. O sonsuz, o ölümsüz umut zamanını dinliyor.
Gözlerini
gerçeklere kapamıyor elbette. Hayali bir dünyada yürümüyor. Görüyor. Serilip
giden bahçeleri çitlerle bölmüş insanlar. Parsel parsel sahiplenmişler doğayı. ‘Yalan’ın
iktidarını kurmuşlar. Çocuklar büyüdükçe kendine zararlı görüşleri benimser
olmuş. Bezirganlar şiddeti yol eylemiş. Hayatı bölüşmek isteyenlerin çiçekleri,
sevdaları, düşünceleri ezilmiş.
Korkaklığın,
cahilliğin, çıkarcılığın üst üste yığıldığını görüyor. Moloz tepeler gibi
yükselen yozluklarla karşılaştıkça görmezlikten gelmiyor. Ama haksızlıkların ve
çirkinliklerin farkında olduğu için, tam da bu nedenle, güzellikleri de
görüyor. Molozların üzerinde açan çiçeğin direncini öyle tanıyor Nihat Behram.
Kuş seslerini, her sabah yeniden başlayan günü, patlayan tomurcukları, her
bahar canlanan umudu öyle biliyor.
50 yıldır, böyle
dolaşarak derliyor sözlerini. Doğduğundan beri, 70 yıldır, var olduğundan beri,
bin yıldır böyle dolaşıyor. Gördüklerini, duyduklarını aktarmak, anladıklarını,
dokunduklarını dizelere dökmek için yazıyor.
Biz de okudukça
Behram’ın anlattıklarını yaşıyoruz. Yaşadıklarımızı okuyoruz. Kuşlar için,
kelebekler için, kirpiler, sincaplar için o bahçe sınırlarının geçerli
olmadığını kavrıyoruz. Dünyayı parselleyen insanlara karşı, sınırları yıkıp
geçen insanlara katılıyoruz.
Her sabah doğan
günü seviyoruz. Tan yerinden yükselen kızıllığı, kuşların cıvıltısını. Tekrar
tekrar gelen baharı. Her yıl yeniden canlanan umudu.
Gerçekte
karşılığı olmayan nesnelere yönelik bir sevgi değil bu. İçimizi rahatlatmak
için kendimize umut uydurmuyoruz. Biliyoruz, kuşlar o sesleri biz huzur bulalım
diye çıkarmıyorlar. Karınlarını doyurmak için uğraşıyorlar. Nesillerini devam
ettirmek için, yuvalarını kurmak için cıvıldaşıyorlar. Ötüşerek bazen de
birbirlerine tehlikeleri haber veriyorlar. Asıl sevdiğimiz, onların bu hayat
mücadelesi. Behram’ın sözü o sese katılıyor.
Dünyanın en güzel
sesi bu. Hayat mücadelesinin sesi. Doğanın sesi. Nihat Behram’dan kuşların, ormanların,
derelerin seslerini okurken, insanların da seslerini duyuyoruz. Daha kolay,
daha güzel yaşamak isteyen insanların sesini. Hayat mücadelesi içindeki
güzellikleri. Birbirinin payına göz dikerek değil, bölüşerek yaşamanın güzelliğini.
Dayanışmayı, içtenliği, çocukluğu. İlle de sevdayı. Sincaplarla yoldaş oluyoruz,
Behram okurken, dallarla kardeş.
Hele bir de
resimler var ki kitapta, nasıl renkler! Bayram Gümüş’ün resimleri. Ağaçlar,
sular, tepeler. Renkler, renkler. Bayram Gümüş, altmış birinci sayfaya çayırda
yatan bir adam koymuş. Diğer sayfalarda yılanlar, eşekler, kuşlar. Uçuyor adam. Hem yatıyor kardeşler arasında,
hem uçuyor kollarını açmış.
Bayram Gümüş’ün
resimleri, Behram’ın sözlerine kitabın ilk bölümünde eşlik ediyor. Yeşilli,
mavili, kırmızılı. Aslında şiirin özü bu bölümde yaratılıyor. Belki de sanat
kısmı burada. İkinci bölümde şiirin kendisi var. Dizeler. Coşkun, duru, derin
sular, ince nakışlar, kendi hızıyla ve salınarak ilerleyen sözler, güzel
düşüncelere eşlik eden duygular, kesilmeyen bir ritim, dizeler, dizeler. İlk
bölümdeki sanatın özüne bir de zanaat ekleniyor burada. Ustalık. Ve üçüncü
bölüm: Bilgi Notlu Görseller. Bu bölümde verilen bilgileri başka yerde de
bulabiliriz. Fakat hiçbir yerde bu anlama gelmez. Bir araya gelip şiirin özünü
oluşturan o kuzular, arılar, o kartallar, nergisler hakkında bilgiler
veriliyor. Hayatın bilgileri.
Ama kitap çok
çabuk bitiyor. Neyse ki, Şiirözü’nün tadı yarım kalmıyor. İkinci cildi de
elimizin altında. Yeni doğan kuzusuyla, dünya halklarının “Ho Amca”sıyla, maral
ve yavrusuyla; Maviyengeç Ağıdı. Hüzünlü bir cilt bu, çok acıklı, ama ne güzel.
Sonra üçüncü cilt: Gözyaşının Çağrısı. O da yayımlandı. Ve neyse ki, kalan yedi
cildin de eli kulağında. Yayıma hazırlanıyor. Ne güzel, ne güzel. Sağ ol Nihat
Behram.
Bu yazı, 4 Aralık
2016’da İlerihaber’de yayımlanmıştır.
Bahar Karşılaması
(Şiirözü 1)
Nihat Behram
Resimler: Bayram
Gümüş
Everest Yayınları
Ekim 2016
125 sayfa
Maviyengeç Ağıdı
(Şiirözü 2)
Nihat Behram
Resimler: Bayram
Gümüş
Everest Yayınları
Ekim 2016
130 sayfa
Gözyaşının
Çağrısı (Şiirözü 3)
Nihat Behram
Resimler: Bayram
Gümüş
Everest Yayınları
Ekim 2016
130 sayfa
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder