Uzun zamandır sarhoş olamıyordu. Her gün bir
bardak, bir bardak daha fazla ama hayır yine aynı. Ne baş dönmesi, ne
rahatlama. “Temyiz kudretini” kaybedemiyordu. İçindeki boşluk git gide büyüyor,
ne kadar uğraşsa da o boşluğu dolduramıyordu.
Haftada anca iki kez içerken her gün içmeye
başladı. Boşluk büyümeye devam etti.
Sadece geceleri değil gündüz de içiyordu
artık. Boşluk büyümeye devam etti.
Bir gün, kendini unutmasına yetecek kadar
içtiği ama unutamadığı bir gün, farkına vardı artık sarhoş olamazdı. Aklındaki
sarmaşıklar buna engel oluyordu. Geriye dönüp sarmaşıkların nereden büyümeye
başladığını bulmak istedi ama başaramadı. Sarmaşıkların tutunduğu anılar teker
teker gelmek yerine bir anda hücum ediyordu. O hangisinin sarhoşluğuna engel
olduğunu anlamaya çalışırken – hiçbir şey düşünemeden- uyuyakalıyordu.
Önceleri başka dünyalarda da kaybolabilirken
artık sadece sarmaşıkların arasında dolanıyordu. Huzur bulmasına yardımcı olan romanlara
dokunamıyor, en sevdiği dizinin en heyecanlı bölümünü beş dakika bile
izleyemiyordu. İnsanlarla konuşmak acı veriyor, bunu örtbas etmek için sahte kahkahalara sığınıyordu. Ne yediği yemeğin bir tadı vardı, ne gittiği yerler gözündeydi.
Gece gündüz içtiği kadar gece gündüz
ağlıyordu da. Gözleri buğulandıkça bir sigara yakıyordu, dumandan yaşardı
sansınlar diye. Sarhoş değildi ama sarhoş gibi yürüyordu, dikkat etmeden,
görmeden, ya yere ya göğe bakarak.
Bir gün sarmaşıkların nereden çıktığını
bulamayacağını anladı. Onlarla yaşaması da mümkün değildi. İki seçenek vardı
önünde ya sarmaşıkların her tarafı sarmalamasını umursamayacak ya da onları
temizleyecekti. Birinci yolu seçti, teslim oldu, sarmaşıklar arasında kaybolmak
için yürüdü. Ama kaybolmadı, ne kadar yürürse yürüsün, bazen sıklaşsalar da,
sarmaşıklar arasında bir yol bulabiliyordu.
Düşündü bu zamana kadar yürüdüğü yolları. Bu
sefer tek tek geliyordu anılar. Son yıllarda artmıştı sarmaşıklar, boğmak ister
gibi daha da yakındılar ona. Her defasında tam son nefes derken birden
açılıyorlardı. Bir zaman sarmaşıklar arasında düşünerek gezdi durdu. Bir de
ikinci yolu denemek geldi içinden. Sarmaşıkları tek tek koparmaya başladı.
Kopardıkça yenisi çıkıyordu ama eskisinden daha kısa daha güçsüz. Bunu fark
ettikçe umutlandı. Devam etti.
Attığı her adımda daha güçlü hissediyordu.
Gözyaşları hıçkırıkla gelmiyor, kısa bir sağanak olup gidiyordu artık. Bir
zaman sonra gözyaşları kayboldu. Eskisi gibi- yerdeki sararmış yapraklar için
buğulanıyordu gözleri, sigara dumanı yerine derin bir nefes çekiyordu, hayata
sen bi geri dur dercesine.
Gündüzleri içmeyi bıraktı, geceleri tuttu kendini
her gün içmemek için. Uykusunda savaştığı şeytanlar da, sabahın 3’ünde kabuslarla uyandığı günler de azalmaya başlamıştı. Uzun zamandan sonra ilk defa içten gelen bir
kahkaha attı. Uzun zamandan sonra ilk defa tanımadığı birine gülümsedi.
Bir gün – tek damla dahi içmemişken – huzurlu
olduğunu fark etti. Nasıl olduğunu, ne zaman başladığını anlayamamıştı, anlamak
da önemli değildi. Artık göğsünü yarıp kalbini söküp atma isteği ile
boğuşmuyor, nefes aldığını hissedebiliyordu. Önemi yoktu hala tam olarak
yaşadığını hissedememesinin, rahat bırakmasa da olurdu kalan son şeytanları. Güne merhaba
demese de hala, yataktan tek seferde kalkabiliyordu ya, şimdilik yeterdi.
"Bugün hayat benim" dedikçe emindi yarın daha çekilir gelecekti insanlar, denizin rengine hayran kalacak, yağmurdan sonra toprak kokusuyla mest olacaktı. Emindi yarın selam hayat beni özledin mi diyecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder