Katılımcı: umitaydin / Ümit Aydın
Tarih: 22 Kasım 2017
Kitap: Kırmızı Pazartesi, Roman, Gabriel García Márquez
Tema: Bana dokunmayan yılan bin yaşasın
Konu: Katil her zaman filmlerin veya kitapların sonunda bulunur. Oysa bu kitapta,
katil de öldürülen de en başta açıklanıyor. Suçlu ve kurbanın belli olmasının
yanı sıra, bölgede yaşayan insanlar da cinayetin işleneceğini biliyor ama buna
rağmen cinayet gerçekleşiyor.
Anlatım: “Siz olsaydınız ne yapardınız?” Yazar bu soruyu okuyucuya ne
doğrudan ne de dolaylı olarak soruyor. Fakat kitabı okur okumaz üzerine
düşünmeye başladım. “Ben olsam ne yapardım?” Bir cinayet işlenmek üzere. Ben
dahil, çevredeki herkes biliyor. Engellemek için bir şey yapar mıydım, polise
haber verir miydim, korkar mıydım, bir köşeye çekilip her şey bitene kadar
saklanır mıydım? Hikayeyi anlatırken bir yandan da okurun kafasında sorular
oluşturan bir kitap.
Çağrışım:
Bu yaşıma kadar (36) iki kere, yanındaki erkek tarafından (Sevgilisi mi,
ağabeyi mi, yoksa kocası mı olduğunu bilmediğim) sokakta dövülen kadına
rastladım.
Her iki kadın da kimseden yardım istememişti. Sadece bağırarak dayakçı
erkeklere karşı koymaya çalışmışlardı. Zaten yardım isteseler de böyle bir
olaya müdahil olacak pek kimse çıkmazdı sanırım. Ben de üzülerek, biraz da
utanarak yazıyorum ki sadece seyrettim. Belki sadece rol yapıyorlar, sen erkeği
durdurmaya çalışırken, el çabukluğu eşyalarını çalacaklar… Böyle hikayeleri zaman
zaman duymuşuzdur. Belki de kadının gerçekten yardıma ihtiyacı var, ama gidip
müdahale etsen adam hırsını alamayacak ve ilerleyen saatlerde daha fena bir şey
yapacak. Maalesef yaşadığımız coğrafya böyle bir yer. Kimse kimseye
güvenemiyor. Şüphe sevgiyi öldürmüş! Oysa aynı manzaraya bir Kuzey Avrupa
ülkesinde (Batı Avrupa’yı görmediğim için Kuzey olarak belirtiyorum) şahit
olsanız, derhal birkaç kişinin, kadın-erkek müdahale ettiğini, hatta polis
gelene kadar kişiyi etkisiz hale getirdiklerine şahit olursunuz.
Bu iki kötü tecrübeden yola çıkarak sanıyorum ki önceden işleneceği bilinen
bir cinayete müdahil olmak istemezdim. Kaybetmeye göze alamayacağım biriyse
önlemeye çalışırdım belki. Ama böyle bir durum için yorum yapmak, ne
yapacağımız üzerine düşünmek sadece tahminden ibaret olacaktır. Bazı
durumlardan nasıl davranacağını, insan başına gelmeden bilemez. Ancak gerçekten
tecrübe edince gerçekte ne yapacağımız ortaya çıkacaktır çünkü anlık karar
verecek ve vicdanımız ile baş başa kalacağız.
Yazar kısa diyebileceğimiz bir hikaye ile beni iç dünyamda bir yolculuğa
çıkardı. Çok güçlü bir hikaye. Nobel ödülü kazanmasına şaşırmadım.
Kitapta dikkatimi çeken ve beni rahatsız eden bir durum da var.
Kolombiya’da tüm Araplara Türk denmesi.
Birkaç yıl iş için Şili’de bulunan bir arkadaşım anlatmıştı. Sizlerle de
paylaşmak istiyorum:
“Oldukça sıcak kanlı insanlar. Tanıştığım arkadaşlara Türk olduğumu
söylediğimde hemen hepsi farklı bir departmanda çalışan bir Türk daha olduğunu
söyledi. Merak edip beni tanıştırmalarını rica ettim. Adını hatırlamıyorum.
Esmer, orta boylu, siyah gür saçları ve hafif kirli sakallı biriydi. Filistinli
olduğunu söyledi ve ekledi: “Güney Amerika’da ki tüm orta doğulu Müslümanlara
Türk derler.” Yakınlık kurduğum birkaç kişiye aradaki farkı anlatmaya çalıştım.
Beni anladılar. Ama genele baktığımda boşa uğraştığımı da gördüm. Güney
Amerika’da tüm Müslümanlar Türk diye adlandırılıyor.”
Bir zamanlar bizim için de Alman, İtalyan, Ermeni, Süryani, Budist yoktu.
Hepsi “gavurdu”. Umarım bir gün tüm önyargılardan kurtulabilir insanlık.
En kısa zamanda Yazar Gabriel Garcia Marquez’in diğer kitaplarını da okumak
istiyorum.
Sevgiyle Kalın.
Ümit Aydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder