Yıllar
önce…
Farklı
dinlerden insanlarla beraber olmanın erincini yaşadığımız yıllardı. Doğduğum
yerde yan komşularımız Hıristiyan'dı. Onlar Noel ve Yumurta Bayramlarında bize
ikramlarda bulunur, bizimkiler de Ramazan ve
Kurban’da. Bir Ermeni ailesi yaşardı evimizin karşısında. Onların da
kendilerine ait gelenekleri vardı. Biraz daha ötedeki komşumuz ateistti. Uzun
süre onun neden dini bayramlarda büyüklerle beraber ibadetlerde yer almadığını
anlamamıştım. Bu durumundan dolayı horlandığını, yalnızlaştırıldığını hiç
görmedim. Kimsenin ne dinine, ne de diline karışılırdı.
Annem farklılıkların bir zenginlik olduğunu
anlatırdı. Okuldaki öğretmelerim de aynı konuya vurgu yapardı.
O zamanlar televizyon lükstü bizler için. Bir iki
evde bulunurdu. Biz çocuklar sabah, akşam; hafta içi, hafta sonu komşulara
gider doyasıya televizyon izlerdik.
Bayramlar
coşkuyla kutlanırdı mesela. Nasıl olmasın ki? Bayram günlerinde harçlık
verilir, şeker alınır, bayramlık kılık-kıyafetler dikilirdi. Ama bunu herkes
aynı şekilde yaşama şansına sahip değildi.
Ne
bayramı olursa olsun iple çekenlerdendim ben. Okulda yapılan törenlerde, şiir
okuma, sunum yapma görevi bana düşerdi genelde. Bedenimi ateş basar, yüreğim
hızlı hızlı atardı, önce. Plastik ayakkabılarıma bakınca da bedenimin ateşinde
eriyip giderdi heyecanım. Kalabalık içine plastik ayakkabılarla çıkacağım için,
içten içe hayıflanır, utanır, sıkılırdım.
Her
yıl kutlanan bayramlarda benzer bir manzara yaşanır ve kunduram yok diye aynı
hüznü yaşardım içimde. Yaşadığım hüzün büyüdü, büyüdü bayramlarda. Sadece
alınamayan kunduraya değildi artık duyduğum özlem...
Eskisi gibi komşulara gidip televizyon izleyemez
olduk. Selam verilirken, alınırken sadece başlar sallanır olmuştu. Eskisi gibi
sarılmıyordu büyükler birbirine. Anneme bu tuhaflığı her soruşumda kaçamak
yanıtlar alıyor, onun içten içe üzüldüğünü görebiliyordum.
Benzer bir durumu okulda da yaşar olduk. Daha önce
yedikleri içtikleri bir olan öğretmenlerim ayrı yerlerde oturur oldu. Arada
sırada sağcı solcu lafları geçse de hararetli tartışmalarında; bu lafların ne
anlama geldiğini anlayamıyordum.
Kundura
özlemime, değişik özlemler katılıyordu. Bir şeyler değişiyordu…
O yıl yani ilkokulun son sınıfındayken bir mucize
gerçekleşti: Babam bana kırmızı bir kundura aldı. Bendeki bayram coşkusu
görülmeye değerdi. Öğretmenlerimin verdiği görevi canla başla ezberlemeye
çalışıyordum. Dile kolay o yıla kadar önlüğümün altına giydirilen eşofman
altlığıyla kapatmaya çalışıyordum plastik ayakkabımı. O sene ise göğsümü gere
gere yürümüş, ayakkabılarımı göstere göstere gezmiştim. Hatta kundurama bir şey
olmasın diye, temiz bir bezle sildikten sonra yatağımda saklamıştım her gece.
Bayrama
günler kala, ben gözü gibi bakarken o kunduraya, garip şeyler oldu: İnsanlar
panik içinde evlerindeki kitapları ya yakıyor ya da toprağa kazıdıkları
çukurlara saklıyorlardı. Kimse kimseyle konuşmuyor, sıra kimde korkusu yaşıyor,
gecenin bir vaktinde evlerinden alınan büyüklerim dönmüyordu: Onların arasında
abiler, ablalar hatta çok sevdiğim öğretmenlerim de vardı.
Bense
bayramın gelmesini heyecanla bekliyor. “Vatan Sana Minnettar” şiirini
ezberlemeye çalışıyordum.
Korktuğum
haber bir sonbahar günü geldi. Şartların elverişsizliği yüzünden süresiz
ertelenmişti bayram.
Ne
heves kalmıştı, ne de heyecan kursağımda. Dilim damağım kurumuş, konuşamaz
olmuştum. Anlamlandıramıyordum bu durumu: Çok değil, daha bir sene öncesine
kadar, büyüklü küçüklü herkesin, ellerinde bayraklarla, dillerinde şarkılarla,
büyük coşkularla kutladıkları o bayrama ne olmuştu? Ya kırmızı kunduram? Onu
giyemeyecek miydim yani? En çok bu dokunuyordu bana. Memlekette kan gövdeyi
götürürken, her akşam radyoya dayadığımız başımız, gelen ölüm haberleriyle
zonklarken, benim aklım fikrim giyemediğim kunduramdaydı.
...
Yıllar
sonra…
Belleğimde
iz bırakmış bu çocukluk hikayemi oğluma anlatırken, ülkemin bir coğrafyasında,
şehirlerin üzerine mermiler yağmur gibi yağıyor; bombalar patlıyor; okula
gidemeyen küçük çocukların, bayram sevincini yaşamamış, kırmızı bir kundura
giyememiş kan kırmızı bedenleri, toprağa düşüyordu!
Selma Sayar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder