Yine bir gün, hiç geçmeyecek
sandığım bir derdimin esiri olmuştum.
Yürüdüm...
İnsanlar geçti etrafımdan, tanımadım.
Ama hepsini sevdim.
Yoruldum...
Omzumdaki yükün benden daha uzun
ömürlü olduğunu gördükçe yoruldum. Kara bulutları topladım başıma. Sert sert
rüzgarlar esti, yanık buğday tenli sırtıma.
Üşüdüm...
“Bir gönlün üşümesi nedir, bileniniz
var mı?” diye bağırmak geldi içimden. Hıçkırık gibi yuttum, düğümledim göğüs
kafesime.
Dinledim...
“Sevmiş bulundum güzelim, gayrı
ne çare...” dedi, günün en yorgun saatinde radyoda bir türkücü.
Kabullenişi bu kadar güzel
anlatan, başka bir türkü olamaz diye düşündüm, yeni aldığım kazağımın
çıkmayacak lekesine bakarak. Tıpkı benim gibisin sende, aptal leke. Sevdamı bir
leke gibi sindirmişim içime ve çıkarasım yok. Asla!
Sustum...
Annemin sözü geldi aklıma. “Gönlünü
üşütme!” Gönlüm üşüye üşüye donmuştu bile. Söyleyemediğim sözler, can kırıklarıyla
kesmişti buz tutan gönlümü.
Bekledim...
Gelmeyeceğini bildiğim duraklarda
bekledim. Hiç kimseyi sebepsiz yere bekletmediğim için kendime kızdım. Güneş
geçti, gün geçti üstümden. Kuşlar yuvalarına döndü. Hayalimi kanadına taktığım
bir kuş, geçerken selam verdi.
Hayalimden geçtim...
Konuştum...
Ve sessiz, sözsüz cümleler
birikti heybemde. Öksüz cümleler.
Yüklemine varamayan öznelerin
sessizliği.
Eyvallah...
O da geçti.
Durdum...
Durulup düşündüm. Günün geçip
gittiğini, güneşin sarı ışığından sonra ayın beyazını... Dertli bulutların
içini boşaltırcasına ağlayışını, içi çürüyen beş yüz yıllık çınarı düşündüm.
Güneş gece doğsun diye, inatla
kendimle savaştığımı düşündüm.
Güneşin parlaklığından dolayı
gündüz yıldızların görünmediğini. Güneşten de geçtim.
Ağladım...
Bulutlar eşlik etti bana. İçimizi
boşalttık. Damlanın deryaya kavuşma anıydı bu. Ben ağladım, o yağdı. Utandırmadı
beni gözyaşımdan. İyilik etmek isteyene bahane çoktu işte.
Bırakmadım...
Bırakıp gidilecek gibi değildi. Bir banka oturdum. Uzun uzun
boşalttık birbirimize içimizi. Ben onu anladım o beni.
Nice sonra fark ettim ki herkes
kaçıyordu. Hep düşünürüm yağmurdan kaçan insanları. Yağmur; bereket, temizlik, huzur
değil midir? Tepeden tırnağa, etten ruha işlemez mi?
İzledim...
Vapurun biri kalkıp diğeri yanaşıyor.
Kimi yüzler güleç, kimi yorgun, kimi beton gibi donuk. Üzerindeki duman kadar
kara kimisi. Hayat kavgası işte. Bu güzelliği görmeye, hissetmeye zamanları
bile yok. Belki de yüreklerine ağır gelecek yükleri.
Yan bankta uzanmış yaşlı amcaya takıldı
gözüm. Ayaklarını karnına kadar çekmiş, başının altında küçük bir poşet. Beyaz
gömleği ya kirden ya da ıslaklığından grileşmiş, saç sakal karışmış, benim gibi
çok üşümüş.
Bir anda öksürmeye başladı, ciğerleri
ağzından çıkacaktı nerdeyse, öksürdükçe yüzü morardı, morardı, derin bir
nefesle ayaklanır gibi olup oturdu. Poşetine açıp baktı, yattığı yere geri
koydu. Belli ki aradığını bulamamıştı.
- Su ister misiniz?
- Anlamadım, ne dedin kızım?
- Öksürüyorsunuz bir yudum için
isterseniz.
- Allah razı olsun.
Bir yudum içtikten sonra tekrar
yattı. Bu kez daha sert öksürmeye başladı.
- Çok ıslanmışsınız.
Başını kaldırıp yüzüme bile
bakmadan, git başımdan dercesine;
- Hiçbir şeyim yok, iyiyim ben diye
karşılık verdi.
- Yardım ister misiniz? Ya da
birilerini aramamı?
- Hayır! Bir şeyim yok dedim ya.
- Peki. İyi akşamlar 'hiç'bir
şeyi olmayan amca.
"Hiç"...
Üç harfli kelimelerin en
yüreklisi, en kalabalığı, en yalnızı, en hoyratça tüketileni.
*Halinden haberi olmayan ama yine
de ısrarla kendini güçlü göstermeye çalışan insan "hiç"tir.
*Sonsuza kadar anlatsa, anlatamayacağını
bilen insan "hiç"tir.
*Anlatsa da derdine derman
bulunamayacağını düşünen insan "hiç"tir.
*Geçmişe sünger çekemeyen insan
“hiç"tir.
*Kalbi bir kez bile ağzında
atmayan insan “hiç”tir.
*Susan insan “hiç”tir.
*Herhangi bir canlıyı büyütmeyen
insan “hiç”tir.
*Neyin var? sorusunun yerine göre
en güzel, en hızlı cevabı “hiç”tir.
İç çekilerek verilen o cevap
hiçse, hiç değildir aslında.
Utandım...
Her evin kapısının ayrı olduğu
gibi, her yüreğin derdinin de ayrı olduğunu bilince utandım. Geçmez dediğim ne
varsa o an geçti.
Herkes kendi hayatının roman
olacağını ileri sürerken, ben hayatlar okumayı öğrendim. Sevdanın adı birdi ama
ben üç kelebekten yanmayı seçeniydim.
Kaleminize sağlık, özellikle HİÇ ile ilgili kısım çok etkiledi.
YanıtlaSilYazma amacım,herkesin bir şekilde yüreğinin bir yerine dokunabilmek.Sizi de bir şekilde etkilemişse,ne mutlu bana.Kıymet verip değerlendirmenize ayrıca mutlu oldum.Çok teşekkür ederim. ☺️
YanıtlaSil“Gönlünü üşütme!” Gönlüm üşüye üşüye donmuştu bile. Söyleyemediğim sözler, can kırıklarıyla kesmişti buz tutan gönlümü." Sevgili Gülcan Sural,gecenin bir vaktinde okudum yazınızı ve kayıtsız kalamadım. size teşekkür ederim gönlünüzden akan bu satırlarla buluşturduğunuz için.keyifle okudum. Devamını dilerim.
YanıtlaSil
SilÜşümüş gönlüm,gönlünüzle ısındı bu gün...Küçücük kalbimle sınırımı aşıp,bulaştıysam yüreğinize ne mutlu bana.Ben teşekkür ederim...
Sevgilerimle...